Kendinizden gidebildiğiniz en uzak nokta
"Kendinizden gidebildiğiniz en uzak nokta neresi?" diye sorulunca seminerde bende veremediğim cevapların üzerine kendimden uzaklaşmak için bir dizi çalışmalara başladım. Öncelikle en kolay yol olan destekleyiciler kullanıp gitmeyi denedim. Olmadı. Farklı evrenlere geçiş yapabildim ama aynı senaryoların olduğu filmin içindeydim. Olmadı. Önümde 3 günüm vardı okuldakilere sorunun cevabını götürebilmem için. Kendimi bir noktadan kendim olmadan taşıyabilmenin yollarını düşündüm. Gerekirse iki gün yirmi üç saatimi düşünmeye verip, kalan son bir saatimde deneyimi gerçekleştirmeyi planladım. İlk planım buydu. Düşüncelerim hepsini tahtaya yazıp, aralarından en mantıklısını bulmak mantıklı bir plandı. Değil mi? Sonra bu konu için yakın arkadaşlarımdan yardım almak istedim. Onlara mail, tweet ve facebooktan mesaj attım. geri dönüşler arasında; kendini öldür, kafanı uçağa bağla ve ayaklarına beton döküp kendini denize at gibi söylemler vardı. Düşünmedim değil. Düşündüm. Sadece bunları yap diyebilecek bir insanın zeka yapısının nasıl çalışabileceğini anlamak için düşündüm. Beyin yerine Allah onlara saman nasip etmiş. Allah işte sinirsel fonksiyonları olan saman beyinli insanlar da yaratmış. Cins olarak aynı bizim gibiler ama tek fark, ben odak merkezli davranışları beyinlerini saman haline getirmiş.
İkinci günün sonuna geldiğimde tahtada bir çok yapabileceğim şey arasında uygulamaya geçirebileceğim tek bir şey bile yoktu. Okula hiç bir şey ile gidecektim. Zaman azaldıkça iç güdülerimin çalışmaya başlamasından mıdır bilinmez, kendimi sahile atıp bütün zihnimi boşaltmaya karar verdim. Bütün düşüncelerden arınıp yarın okula gittiğimde pişkinliğin hat safhasına ulaşıp, kendimden çok uzağa gidemediğimin cevabını vermek istedim. Ama benim gibi yanık beyinli bir insana ne kadar inanabilirlerdi ki? Pişkinlik olayı bende çoktan bitmişti. Yakmıştım artık. Bu sebepten ötürü düşüncelerimi boşaltamadan eve gidilebilecek en uzak yoldan gitmeye karar verip. Bütün sahili boydan boya gezmeye başladım. Kayaların üzerinde bir kız bulunduğum dünyadan o kadar uzaklara gitmişti ki çevresindeki köpek havlamalarına, kedi miyavlamalarına, kuş seslerine yada her hangi bir etkiye aldırış etmeden yürüyordu. Onun dünyasını anlamak için bütün her şeyi bir kenara bırakıp kendimi onun sınırları içerinde atmaya başladım. Saniyeler saatler gibi geçiyor, kalp atışlarım ise onun kalp atışları ile eşleşmeye başlıyordu. He. Basit hileler ile konuşmaya çoktan başlamıştık zaten. Onun dertleri, dünyasında yaşanabilecek bir yer bırakmadığı için, başka bir dünya arıyordu kendine. İstemeden aradığı dünyaların kararsızlığında karar vermem için yardım istiyor gibiydi. Hem özgür olmak istiyor, hemde özgürlüğünü anlamlı kılabilecek bir esaret istiyordu. Konuşmaların arasında aklımda kaldığı kadarı ile şunu söylemişti uzaktan bir gemi ile giden kızı göstererek; "Eskiden benim arkadaşımdı, çok fazla sıkıntıları vardı. Sonra bir çocuk ile tanıştı. Senaristmiş çocuk. Kıza her konuda yardımcı oluyor. Sürekli onun yanında ve sorunlarını birlikte çözüyorlarmış." O an birlikte senaryolarını yazabileceği bir kahraman beklediğini anladım. Hem onu esaretine alacak hemde özgürlüğün keyfini bir arada yaşayabilecekleri. Yavaş yavaş kalp atışlarının eşleşmesinden sonra adımlarımız da bir atılmaya başlamıştı. Onu dinledikçe yavaş yavaş onunla anlattığımız kişiler olmaya başlıyorduk. Yada bir ruhun iki bedene olan iz düşümleri gibi. Tabi ki de dengesiz ve yanık. Saçma ve sersem. Şey gibi. Kopmak üzere olan bir lastiğin kopmadan önce en ince kalan iki yanı gibi. Biraz kadere teslim, biraz kendine, biraz da kendimizden gidebileceğimiz en uzak noktaya. Yani kendimize. Çünkü birlikte geçirdiğimiz zaman zarfı boyunca o kadar çok uzaklaşmıştık ki kendimizden. Yada kendi adıma konuşayım. Birlikte geçirdiğimiz zaman zarfı boyunca kendimizden o kadar uzaklaştık ki. Yine mi çoğul. kullandım. 3. Kez yazıyorum o zaman. Birlikte geçirdiğimiz zaman zarfı içerisinde o kadar çok uzaklaşmıştık ki kendimizden. Aynda birbirimize bakan iki suçlu gibiydik. İkimizinde bilinci sanki birbirimizin bedeninde yer değiştiriyor gibiydi. Oysaki birlikte vakit geçireli sadece bir kaç saat olmuştu. Ne olduğuna anlam veremedim zaman kendimi toparlamak için adımlarımı değiş değişik atmaya çalıştım. Attım da. Sonra o da aynısını yapınca aramızdaki senkronizasyon kopmuştu. Eskisi gibi yürümeye başlamıştık. Her şeyi doğallığına bıraktığımızda adımlarımız yine eşleşiyor ama doğallığın sadeliğinde korktuğumuz için yine dengesizleştiriyorduk adımlarımızı. Gün doğmak üzereydi. Sahilde bir kaç yıl bırakmış, hatta yaşlanmış gibiydim. Yaşlılığımın ilk belirtileri de kalp çarpıntıları idi. Yarattığımız sadelikten kopup kendi içimde kendi sıkıntılarım ile yaşamaya başladım. Ama tek amacım onu paniğe kaptırmamaktı. Gidebildiği yere kadar gitmesi gerektiğini düşünüp öyle karar verdim. Ama ona anlatamadım. Bu sıkıntının neden olduğuna dair en ufak bile bir fikrim yoktu. Sebebi eşleşen kalp atışlarımızın birbirinden kopmaya başlamasıydı yoksa iki kişilik bir kalp mi taşıyordum artık bilemedim. İtiraf etmek gerekirse kopmak gibi bir şeydi bu. Önceden dediğim gibi. Lastik sanki kopmaya başlamıştı. En ince yerinden. Tam ortadan. Sabahın ayazında donan ellerimizi ısıtmak için evlere dağılmaya karar verdik. Benim eve gidecek kadar bir vaktim yoktu. Okula dönmem gerekti. Onu eve bırakıp okula doğru gitmek yaptığım en aptalca ikinci plandı. Birinci ise bunu gerçekten istememdi. Yolda giderken gün doğuşu ile spor yapmak için sahile gelen insanlar arasından yürümek, koşuşturan dünyanın ne kadar da sade bir boşluğundan çıktığımızın ne kadar da ironik bir göstergesi idi. Onu evine bırakıp okula doğru yol aldığımda en azından camdan bakıp el sallamasını yada adını söylemesini bekledim ama nafile. O sadece ince bir teşekkür edip kapıyı yüzüme kapattı. Okula gittiğimde herkes cevabı bekliyordu. Hoca beni sınıfa açıklama yapmak için kaldırmak istediğinde, göz göze geldiğimizde bakışlarımdan anlamış olacak ki ne kadar uzaklaştığımın sadece adını sordu. Söylemedi dedim. Peki sen ne adı verdin ona dedi, adlandırılacak kadar ondan uzaklaşamadım dedim. Hala sınıftan çıktığımda okulun bahçesinde anlamsız sessizliğini bozup gelmesini bekliyordum çünkü...
Yorumlar