Kayıtlar

Ocak, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Taksim'e Uyanmak

Sabah. Kendi yatağımda değilim. Rengarenk çarşafların aksine bembeyaz çarşaflar ve kocaman bir pencere. “Neredeyim?” demeden hatırlıyorum. İçime çektiğim nefesten… Hayatımda ilk defa Taksim’e uyanıyorum. Arka sokaklarının zilli kahkahasına bürünen, sabahlarının fes takarcasına maskesini çıkarttığı, dünden kalanların terk-i viran eylediği ve şu anda güneşe, kocaman penceresini sarmalayan, dolayan parmaklıkların arasından baktığım bir yer. Taksim. Beyoğlu. Olmadan, var olmadan yazamıyorum. Varım. Beyaz çarşaflar, deri pantolon, temiz duvarlar, simit kokusu ve yerlerdeki kıyafetler… Cıvıl cıvıl; insanı adeta içine soluyan bu yerden bir an önce gitmeliyim. Güneşin tenimi acıttığı, üzerimdekilerden dolayı gözlerin bedenimi delip geçtiği sokaklar. Ben buralardan gittiğimde buralarda var oldum. Ayakkabılarımın topukları delik deşik yollarla savaşıyor. Ayakta kalabilmek… Hallerim uyuşturucu komasına girmek üzere olan bir orospu, ceketimi çıkartsam tam bir sokak fahişesi… Güneş batmadan, ben b

BUGÜN ANLADIM !!!

      Üzerimde aldığın mavi süveterim var  Bugün… zihnimde  ruhuma saldığın sözlerin bir neşter kadar keskin...Sanki ilk kez duyulmuşçasına taze sızısı ve hiç unutulmayacağını bilmenin verdiği tarifi zor telafisi zor sancısı bugün yine…    Nice vakit geçmiş ben seni unutmak isteyeli…Olmayışına alışmaya çabalayalı ve bunu başardığıma inanalı ne çok vakit geçmiş…Bugün anladım…Aslında hiç geçmemiş…Uyanır uyanmaz nerde, ne zaman ne söyleyerek aldığını az önceymiş gibi net hatırladığım mavi süveterimi giyip  seni yad etmek isteyişimden belli aslında ne kadar gittiğin halde aslında ne kadar kaldığın…    Birinin diğerini tutmadığı, bir akşamın sabaha yetmediği, bir sessizliğin bin gidişle özdeşleştiği, kenarda köşede kalmış ufacık bir umudun  kurşun hızıyla katledildiği bir gün… Bugün..    Bugün senden olma, ihanetinden doğma  yalnızlığımın  misafirlerini ağırlıyorum…Benzer kıyametlerle giyinmiş can dostlarımı kader ortaklığında ağırlıyorum bugün...    O Kadar ki bugün

BAZI ZAMANLAR !!!

 Bazı zamanlar var...Bazı zamanlarım var...Zamanını bilmediğim...O kadar güzel olan ki, bir zamanla sınırlı tutmadığım tarihini koymadığım...evveli yokmuşçasına hep var kıldığım, sonu yokmuşçasına hep beklenmiş zamanlarım...Bazen hiç yaşamamış olmayı keşkelerle süslediğim, tarifi aynı acının eşsizliği  ile tekrarlanması hep red görmüş hafızamda...Bazen ne zaman gelecek diye beklediğim, bazen gelmesini  hiç istemediğim bazen anına şükrettiğim bazen de sebebine anlam veremediğim ama hep benim için  olan, hep beni içine alan zamanlarım var...    Albümler kalmış....baktıkça anımsanmış...anımsadıkça bakılmış zamanlarım var...Hiç geçmemiş gibi durup, bir söz ya da  gülüşle ne kadar çok..aslında ne kadar da çok geçtiğini idrak ettiğim...Bu idrak edişlere tebessümlerle eşlik ederken bir şarap gibi güzelleştiğim , gözyaşlarıyla yutkunurken bir mahzen gibi karardığım bana ait zamanlarım var...Kalabalık gibi duran, kim hatırlarsa yalnız onda kalan zamanlarım...    Işık hızının kardeşi ba

Bir İstanbul Pazarı

Resim
İstanbul’a olan aşk… İnsanlar… Baktım hep insanlarla iş, eğitim, kötü talih ve arkadaşlar yüzünden tanışıyorum, baktım hep bir nedeni var, bu sefer insanları nedensiz olarak tanımak istedim. Çıkar gözetmeksizin… Hikayelerini bilmek istedim. Bugün bir Pazar günü ve ben İstanbul’un elinden tutup hikayelere gidiyorum. Hikayelerin bana gelmesini beklemeden.Sabah 9′da Bostancı’dan başladım günüme. Günün bu saatinde insanlar Fenerbahçe formalarıyla kahvaltı yapıyorlar. Hava sıcacık, Cadde çocuğu havasına girdim bile. Fenerbahçe sahili beni bekler. Çok kalabalık. Gazete okuyan, piknik yapan, köpeğini yürüten İstanbul’u uzaklarda bırakmışçasına keyif yapıyorlar. Tanrım!!! Yaz gelmiş bile. Tabiki Anadolu yakasındaki en favori mekanına gittim. Baraka! Ama o mütevazi,doğal, başka bir dünya havasından çıkmış Baraka… Sanki yıllardır el değmemiş eski, yıkık bir ev gibiydi. Faruk Ilgaz’da müzik organizasyonları yaptığım zamanlarda Baraka’nın kucağına koşmuşumdur. Leziz türk kahvesine… Şimdi etrafı be

TÜLDEN KANATLAR

Önümde kocaman bir duvar. Sağımda ve solumda da var. Arkamsa alabildiğine boş. Duvarın ardından duyabiliyorum özgürlüğün sesini ve görebiliyorum aralardan sızan ışığını. Arkamda karanlık var ama aklım duvarın ardında. Ayaklarım ise tam ortada. Aklım ardına heves ettikçe, taşları saydamlaşıyor duvarın. Ve daha çok fark ediyorum karanlığını ardımın… saydamlığı yetmiyor ama bana. Sadece görmek doyurmuyor özgürlüğe açlığımı. İzlemek değil erişmek istiyorum ona. Ruhumu salmak istiyorum taştan duvarın ardındaki özgürlüğün huzuruna. Yürümeye başlıyorum ona. Taşları oynamaya başlıyor her adımımda. Belli ki ben özgürlüğe hasretim, taşlar bana. Yaklaştıkça fark ediyorum bir puzzle’dan oluştuğunu duvarın. Üstelik her parça; bir tabum, bir batılım. Birine atıyorum önce elimi, bozup yıkmak istiyorum taşlaşmış tabularımı. Olmuyor ama. “sır doğru parçayı bulmakta” diyorum kendime. Teker teker deniyorum sökmeyi tüm taştan parçaları. Olmuyor yine de. Ben zorladıkça yitirmeye başlıyorlar şeffaflıklar

BANA KADERİMİN BİR OYUNU !!!

  Neler doğuruyor analar...Bir bilseniz neler...Mevsimi farketmez...Günü, saati, hatta yeri  hiç farketmez...Hayata dair bir başkoymuşluğun eserisinizdir ve analar...analarımız belki de ana olmanın yüceliğindendir diye inanasım gelirken hep sormadan kimseye, sadece eşleriyle istedikleri için en spontan yahut sezaryen yolla sokuvermişlerdir başımızı belaya :):):) Tahtımızı yapmışlardır elden gelen en güzel şekilde, her başkoyuşa aynı hevesle...Amma velakin bahtımızı Allah'a havale etmişlerdir...   Eh madem anamız , babamız zahmet edip bizi salmışlar meydana, bize de yaşamak düşer deyip ilk andan almışızdır koca bir yükü omzumuza hayat bize güzel görünürken onların gözünde...Derken seneler su gibi akıp geçer...yer yer kirli, yer yer duru...Hepimiz bir şeyle bir şekilde büyümüşüzdür...Her şeyimiz olsa bile komşunun çocuğunda kıskanacağımız bir şeyimiz olmuştur hep...Oyuncaktır çoğu zaman, çikolatadır, bir pazar pikniğidir bazen bazen pazarları işe gitmek zorunda olmayan bir baba, b

MANŞET

Resim
   Bir cinayet...Ben..Gördüm...Gözlerimle tanık oldum bu gece...Eylül hem de...             Ölenler, kalanlar,öldüğü halde kalanlar,kaldığı halde gidenler...   Kurban gittiğim cinayetimin hedefi..organ organ kalp..namlunun ucundan çıkmış bir kaç saçmalar acısı cümlenin değerken deldiği hedefi.. Aynen ..evet..Eylül hemde..   Önceleri fail-i meçhul görünmemin nedeni ; bir katil olabileceğine.. hele ki benim katilim olabileceğine kimsenin ihtimal vermeyişi iken,asıl nedeni suç aleti olan cümlelerini, cümlelerine neden olan fotoğraftaki cinayete azmettirenini gizleyişimdi...    Özür dilerim sevgili..Ben öldüm..Kalarak öldüm..Can çekişmelerimi duymayacak kadar katilken sen, ben en sancılı cümlelerinin sonundaki  üç nokta kadar öldüm...            Yine özrümü kabul buyur sevgili...Ben tüm ölmüşlüğümle şikayetçi olamadım...Gel gör ki tüm soğukkanlılığınla  teslim olmayışından bir özür bile beklemedim...   Haklısın sevgili...Hiç bir direnişin suçunun ağırlığını hafifletmez, çek

KAR ADAM, SEVDA MEVSİM

   Hoş geldin...Öyle iyi ettin ki onca zamanın üstüne..Tüm şeffaflığın ve özlenmişliğinle geldin...Nicedir bu denli aydınlık olmamıştı etraf..Yokluğundan kalan, yokluğunun sebebi olan ne kadar karanlık varsa sarıverdin hepsini bembeyaz bir huzurla...        Gidişinin yağmurlarıyken gözyaşlarım, kalbimin en beyaz duasıydı gelişin...Ne iyi ettin...Hemen gitme n'olur!!! Doya doya bakayım sana...Dokunmadan...Başka ellerin dokunmuşluğuna aldırmadan sadece gördüğüm , özlediğim kadar temiz halinle hissedeyim seni...Zira bu bile titretir içimi...En sıcak pişmanlıkların üstüne geldin sen...Sana baktım...Her yerdeydin....Öyle sarmıştın ki ağaclarımı, yollarımı, çatımı...sanırsın ki hiç gitmemişsin de biz hep aynı mevsimin sevdasıyla ısıtmışız birbirimizi...      Ne iyi ettin...Geldin...Yazdan kalma yangınımı alt üst ettin...Ne meretsin  giderken yakıyorsun, yakışını yine kendin söndürüyorsun..Bir senim var ...başka bir sen için yalnız kalışımda yeni bir sen ile yeşeriyorum gidişinle eriş

VEDA

  İki dünya varmış..İki dünyayı  ortada bir yerlerde yaşamak varmış...Kaçınılmaz arafların kahramanı sen esas kızı ben olacakmışım sevgili. ...Sen gittin ben kalmış göründüm hep o araf'ta...Sen haindin ben biçare..Senin adın yanlış benim ki yalnızdı bundan kelli...    Senler, benler, bizler dolaştı  zamanlarca dillerde..Diller tutuldu çok zaman, gelmedi ahlar vahlar ...Dile gelemediler...Dillere böyle mi düşmeliydik sevgili...Bir hikaye daha yarım bırakılmak için fazla değil miydi aşk'a inananlara...Kelimelerin sonu yok, anlamı yok, eski anlamında değil hiç biri,,ya da artık eski etkisinde değiller..Kelimlerim yok artık..paramparçalar...Her hecesi başka anlamlara yüklenip başka zamanlara saklandı dilimde...     İki dünya varmış sevgili...Adına sevgili deme güzelliğinin dahi arındıramadığı günahlarla işlenmiş iki dünya..Hangi araftan bakarsan bak hiçbir şeyin aynı görünmediği...Bir ucunda sen ki ,benim artık diğer ucunda duracak dermanımın olmadığı...İki ayrı dünyanın tek i

TAKSİM YALNIZLARI...

Görmesem daha mı iyiydi...Görse mi daha iyiydi ? Çok düşündüğüm lakin görmek durumunda kaldığım ana kadar karar veremediğim bir an!!! Yaşandı...Ve bitti...  Muhteşem bir hava ( hemde Aralık başında) candan dostlar,nicedir o denli eğlenilmemiş bir gece, nostaljik bir tünel yolculuğu ve aylardır yolu tutulmamış bir Taksim misaifrliğine  başlangıçda kalpcağızıma düşen tedirginlik, heyecan, isteksizlik ve belki de aslında çok isteklilik arasında kocaman gözlerimle etrafı incelemeye alış başlar... Şen kahkahalarımız, İstiklaldeki yüzlerce birbirne benzeyen hayatlarda birbirinden çok farklı yaşayan tiplerin arasında kaybolup giderken .....o da ne.. Olamaz, olmamalı..Saçımın uzun kalan sağ kısmına doğru çevirdiğim kafam ve kitlenmiş bir çift dana gözümle birlikte eski halimi alışımın arasında geçen zaman diliminin  hiç bir literatürde olmayışı...Ardından ilerleyen kalabalığa ve yanımdaki candan dostlarıma o an itiraf edemediğim o gerçeğe tekrar ve ürkek bir bakış..Sonrası malum...Gördüm mü?

BEN ANADOLU!!!

Yıllar sonra, geçen sömürge hayatların akabinde bir vatanım olsun diyerek elini tutmuştum. Yerim yurdum vatanım sen olmalıydın, senin yanın olmalıydı Başkentim...Öyle bir vatanım olmalıydın ki tüm varlığımı armağan edebilmeliydim varlığına gururla, sadakatle,inançla...Ruhumun, yüreğimin bağımsızlığını ilan etmeliydim ilk sevda itirafında...23 Eylül dü tarihin...Ettim...ilan... sen...    Sen başkentim oldun, ben gururla seni yücelten Anadolu şehirlerinden biri...Karnıbahar karnıbahar yüreğim vardı ne ekersen onu biçeceğin...Sevda ekişlerin vardı senin , güvenle huzurla sabırla çıkıp yürekten ellerine sunduğu asaleti vardı yüreğimin, aşk aşk kokan sana özel yetiştirdiği hayallerle süslediği bir geleceği vardı...      Yağmurlar yağardı şehrime,karlar yağar, don olurdu  yer yer yalnızlıklardan... Güneş gibi doğardın sen Başkent'imin tepelerinden..Ne yağmur ıslatırdı o vakit ne donlar sarardı sokaklarımı...Baharları hep başka güzel kokardı saçlarım, yazları sımsıcak bakardı göz