Spik-er


Futbol maçlarını anlatmak, sahada koşan sporcunun veya meşin yuvarlağın arkasından gelen rüzgarı görmek gibidir. Bir çizgi bırakır futbolcu topu ilk aldığı yerden kaleye kadar. Merhaba. Benim adım İlker. On yıldır ülkenin en önemli maçlarını anlatıyorum. İşimdeki başarımın sırrını soran herkese bu örneğin aynısını söylüyorum. Durum sadece sahada ki futbolcu gibi hissetmek. Topu sürüşünü,nasıl ve nereye pas atacağını tahmin etmek ve onu çok iyi tanımakdan ibaret. Profesyonel camiada, durumu bunun gibi profesyonel yalanlarla idare edebilirsiniz. Zaten camianın profesyonelliği ise bunun gibi üstünlüğü pandoranın kutusunda saklanan yalanlarla oluşuyor. Durumu, işimizin gelir seviyesinin düşmemesi için hep basitliklerden kaçınılarak ifade etmek zorunda kalıyoruz. Aynı benim yalanım gibi. Bence benim bu kadar iyi olmamın tek sebebi; sahada  sergilenen o futbolun büyüsünde en çok benim kalmam ve aynı anda ifade edebilmemdir. Çünkü sahada olan her hareketi yapan kişi ben oluyorum. Pası da atan benim. Topuda tutan. Çalımı atanda benim. Çalımı yiyende. Çocukken babamın antremanlarını izlemeye gittiğimden beri bu böyle. Onlar sahada oynar bense olduğum yerde yaşardım. Babam attığı her golden sonra annemle benim yanıma gelmek yerine seyircilere gidip sevinç gösterileri yapıyordu. Çocukluk iç güdüsü ile bu duruma birazda olsun içgillenen ve üzülen annemi teselli etmek için maçı izlediğimiz toprak sahanın yanındaki takımın lokalinin bahçesinde o gol atmadan önce hareketlerini taklit ediyor, golü atıyor ve koşup koşup ona sarılıyordum. Futbol takımlarının yetkililerinden bir kaçıda benim bu hareketlerime gülüyor, büyüyünce daha iyi bir futbolcu olacağımı söylüyorlardı.
Bazı günler hayatın geride bıraktığınız kısımının son sahnesi ve geçeceğiniz yeni hayatın sınavına çıkacağınız bir düello gibidir. Hayatınızın yaşanılabilecek bir kısmını çeker vurursunuz. O gün gibi. İstenilen hayatın içinde erken yaşamanın, annemin aldığı o lüx koltuk takımlarının senetleri ile öğrendim ve aynı şekilde bu sistemle çalışan ve bize lüxü senet ile veren dükkanların geçemediğimiz yollarından. Durumu kurtaran, babamın her hafta attığı goller ve takımın başarısıydı. Takımın başarısı ile kazanılan paralar ne kadar iyi olursa olsun lüx paha biçilemez sonsuz bir olguydu.
Annemin hazırlanmasını kapıdan bize doğru seslenerek bekleyen babama doğru giderlen, televizyonda ki, yağmurlu havada uçurtma uçuramayan çocuğun reklamına takıldı gözüm. Babasının dışarı çıkıp Sunny kutusunu yağmur borusundan yukarı doğru fırlattığı ve güneş açtırdığı reklam. Takımın şampiyonluk maçıydı. Babamı izlemek için gelen başka takımların adamları ellerinde küçük not defteri ile ortamı o kadar ciddi bir hale getirdiler ki, yaptığım hareketlere kimse gülümsemiyordu. Sadece kaçamak bakışlarda gözlerinin içindeki parıltıyı görebiliyordum. Bir para birimi gibi parıldıyordu. O kadar çok ışık saçıyorduki tam olarak hangi para birimi olduğu anlaşılamıyordu. Transferin gerçekleşeceğini kendi aralarında ki samimiyetin seviyesine göre anlamak gerçektende çocuk işiydi. O günün babama hiç anlatamadığım anı takım farkla öndeyken, karambole geriden koşarak gelip havalanan topa kafa atmak için koştuğu andı. Eğer kendini o kadar çok kaptırmasaydı, sol çaprazından koşan rakip oyuncunun bir gol daha yememek için kendini duvar gibi, gelen topun önüne attıran ezilen gururunun davranışlarını izleyebilecekti. Belki böylece mücadelenin geçilmemesi gereken çizgilerinin farkınada varabilecekti ama o, bu hareketi ile bunu  çevrede onu izleyen herkese izleterek anlattı. Yaşanılan panik sonrası hastanede kendine gelenleri kurdukları ilk cümleden anlayabiliyordum. Hepsi bir şekilde artık durumun tesellisini arıyordu. Bir anda hayatın en temel öğesi ile tanıştım. Sağlık. Sağlık olsun. Sağ olsun.
O günden sonra, dünya üzerinde sadece bir yük olduğunu insanların ona bakışından mı yoksa bunu ona hissettiremeyecek bakışlar sergileyemediğimizden mi düşüncelerine taktı bilmiyorum. Tekerlekli sandelyesinde konuşamıyor ve duyamıyordu zaten. Tek umut tamamen bu yetilerini kaybetmemesiydi. Desibeli yüksek sesleri duyabiliyordu artık.  Sadece bakışıyorduk ona duyuramadığımız seslerimizin arkasından. Ona sesimizi duyurmak için her ne kadar uğraşsakda o sadece bakarak bizi dinliyordu. O günden sonra saha içinde olan herşey benim için sahanın kenarında kaldı. Belki isteseydim annem beni kulübe gönderirdi ama bunu ona söylemek, geleceğin bütün yükünü sırtına yaslamak, babama da hiç sevmediği şeyi yaptırmak zorunda bırakacaktı. Kenardan maç izlemek. Oldum olası hiç sevmedi. Futbolla arasında bir cam tüp vardı artık. Sesi kısık bir cam tüp.
Bu yaşanılanlardan sonra futbolcu olma ve onun yapamadıklarını benim yapma hevesim, bir özen tohumuna dönüşmüş ve bu kocaman yaşımda kendimi tanımanın,  içimdeki büyüttüğüm bu ağacın meyvesi olduğumu fark etmemle başlaması hiç hoş bir durum olmadı açıkçası. Olmak istediğim hayattaydım belki ama olmak istediğim yerde değildim. Fazlalığını bile kendince düzenlediği şovları ile sırtında taşıyan bir adama hayallerini ona yaşatamadım. Ta ki bu akşama kadar.
Hayatta herşeyin mükemmel bir başlangıcı olmayabilir. Yaşanılan her şey zaten en mükemmel olanıdır veya düşünülen ve gerçekleştirilebilen bir hayal gibidir belkide. Tıpkı başlayamadığı profesyonel ligden, birazdan yapacağı jubile maçının santra vuruşu ile veda edeceği gibi. Herkeze tekrar iyi akşamlar.  Ben İlker Demir. Hava gökyüzüne fırlatılmış bir güneş kadar sıcak. Saatlerimiz ondokuz sıfır sıfır ve maçın başlamasına yarım saat var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Girdap

Düşündüğünüz her şeyin gerçek olma ihtimali.

Unutulmaz Film Karakterleri | Cilalı İbo