Sanat dediğin...


Nedir ki sanat dediğin?

İki çivi bir tahtadır bazen, kağıda damlayan mürekkeptir, yazısız; ya da rastgele basılmış deklanşördür. Güzeli sergilemektense güzeli varetmektir sanat. Çünkü güzel sanatın kendisidir. Tutar güzeli resmedersen ya da kaleme alırsan ya da herhangi bir şekilde ifade edersen, güzeli kopyalarsın sadece. Oysa görünenden ziyade bir duyguyu ifade biçimidir sanat dediğin. Anlamak için onu yaratanın hislerini çözmeye çalışırsın, bir portreye bakmak ve netliğini tartışmak, teknik öğelerini açığa vurmak değildir anlayabilmek. Eseri anlamak, yaratıcısının oluştururken ki hissiyatına ulaşabilmektir. Öyle hissetmektir. Bir lirik şiirde o toprağın kokusuna kadar tatmaktır anlayabilmek, "Güneşin sarısı" diyorsa şair; güneşin sarısındaki coşkudur, heyecandır anlattığı, sıcağın verdiği huzurdur hatta sarının hüznü ve azaptır. En ucudur duygunun. Sarının bir tonu değildir yani. Ya da bir fotoğrafla anlatıyorsa yatay-dikey keskin çizgilerin hapishanesi ya da süpernovanın tüm renkleridir yansıyan; heyecanlıdır. Çünkü heyecanlanmıştır yaratıcı ve sizin de görmenizi istemiştir. Kendi dilinde anlatır kendini ve o dili yalnızca o konuşabilir. Sana kalan onun dilini öğrenmektir.

Onlar böyle yapıyor diye çıkarsan yola; önce zaten kendin olamazsın, sonra hem sanatçı demezler sana, kopyacı derler, o da yapıyor derler, adın geçmez bir yerde. Gerçi sanatçı bir yerde adı geçsin diye de yapmaz işini. Kendini ifade biçimidir o. Anlatmak istedikleri vardır, bir özgün görüşü vardır sanatçının. Özgün görüşler günlük sohbetlerdeki kelimelere sığmaz. Hislerle anlatılır. Sanatçının yegane derdi anlaşılabilmektir. O hiçbir ifade biçimine sığdıramadığı hislerini anlatıp durur kendince. Sana saçma gelebilir. Değildir. Hiç bilmediğin bir dilde konuşan ve sıkıntıları olan biridir sanatçı. Anlatamadığından. Düzene uyamaz sanatçı dediğin. Baştan dışarıda kalmıştır yahut bir ara kazayla çıkıvermiştir sistemden ve görmüştür akışı. İfade edebileceğinden çok sevmiş, nefret etmiş, coşkulanmış olabilir. Anlatamadığını anlatmanın yollarını arar. Görüşlere açıktır. Çoğunlukla bu yüzden sıradışıdır. Toplumsal fikirlerin tekdüzeliğine aldırmaksızın anlatır, farklıdır. Farklılığından dolayı yargılanır da çoğunlukla. Özellikle anlaşılamadığında. 

Şekilsiz bir heykeldir bazen sanat. Zaten şekil değildir ki anlattığı, sadece pürüzsüzlükten bahsetmiştir, sen farketmemişsindir. Sorarsan da anlatamaz ki zaten. Anlatamadığı için yaratmıştır. Bazen sesdir sanat müzik olur, dinlersin. İçinde bir aşk vardır, hiç tanımadığın birine aşık oluverirsin dinlerken.

Ama bazen bir susar, tam 4 dakika 33 saniye boyunca. "Ne oluyor?" dersin, "Ne demeye susuyor bütün orkestra!" dersin, anlayamazsın, anlamak için çırpınırsın. Öksürmeye başlar birileri ses çıksın diye. Çünkü rahatsız olmuştur sessizlikten, o gergin bekleyiş bitsin ister fakat tam da budur John Cage'in 4:33 adlı senfonisinde yapmak istediği. İnsanların en sessiz kaldıkları anda içlerinden haykıran vicdanlarının sesidir Cage'in çaldığı. Rahatsız eder, seni boğazlar. Öksürmeler hareketlenmelere döner sesler yükselir hafiften ve Cage sadece suslardan ibaret sayfaları değiştirir, orkestra da sonraki susları çal(ma)mak için katılır Cage'e ve değiştirir sayfaları. Anlarsın ki seninle dalga geçmiyor, bu bir şaka değil, gayet ciddi. Çaresiz dinlersin içindeki sesi ve ayakta alkışlarsın son sus bitip batonu nazikçe yerine bıraktığında. Korkarsın, zekasından. Sanatının mükemmeliğine hayran, aptallaşmışsındır.



Ben kendimce bildiğim kadarını anlattım. Doğru ya da yanlış olabilir. İnanın hiç umurumda değil. Fikirdir tüm bu karalamam, gün gelir değişir, sabit değildir bildiklerim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Girdap

Düşündüğünüz her şeyin gerçek olma ihtimali.

Unutulmaz Film Karakterleri | Cilalı İbo