Kayıtlar

Aralık, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

MİNARENİN KILIFI

Tipler Karagöz Hacivat Zenne Çelebi Beberuhi 2. Zenne Tuzsuz Deli Bekir Hacivat, şarkı eşliğinde gelir… Düğün yeri, gelin geldi oy oy. Bizim damatlar gelini sevdi oy oy… Hacivat gazelini okur… Hay hak! Şu dünya bir sınavmış bildik Dersini iyi bilen geçermiş öğrendik Yaradan yaratmış erkekle dişiyi dedik Bir erkek bir dişi evlenmeliymiş söyledik Damatları tespih tanelerine dizdik Gelini, Kanlı Nigar belledik Haydi artık oyun başlasın dedik Bir münasip koca, bizim zenneye istedik. Açtık perdeyi eyledik viran, Şu damat adayları çıkıversinler yan taraftan… Hacivat: İlk yiğit geldi sağdan. Aman efendim kısaymış da hem boydan hem akıldan. (Beberuhi girer. Sağ tarafa kurulur) Hacivat: İkinci yiğit geliyor yandan yandan, aman da pek beyzade, pek yaman. (Çelebi girer, Beberuhi’nin yanına geçer) Hacivat: Üçüncü yiğit geliyor ardından. Aman haber olsun, Kara gözlü yakıyor adamı damardan. (Karagöz girer) Karagöz: Ne? Yıkıyor mu damı şahmerdan? Hacivat: Aman Karagöz’üm, sana iltifat etme...

RÜZGARIN RENKLERİ

             Rüzgar, tatlı tatlı esiyor, akşamın ılıklığını tenime sürüyordu. Sesini dinlemeye başladım oturup balkonda. Neden sonra yetmedi sadece duymak ve görmek istedim onu. Miskinliğimden sıyrılıp tuvalimi aldım bir koşu. Boyalarım fırçam ve paletimle birlikte çıktım balkona. Bolca mavi sıktım paletimin en büyük oyuğuna. Fırçamı buladım sonra bir güzel o teskin edici huzura. Yakaladı sonra bileğimi rüzgar tüm uğultusuyla ve sallamaya başladı. Elim sallandıkça mavi damlıyordu yere. Her damla başka bir uzuv oluyor bir cüce doğuyordu dökük cumbamda. Cüceye dil oldu düşen son damla. Merakla bekledim acaba konuşur mu diye. Rüzgarın geldiği yöne bakıyordu sadece. Onu alıp tuvalime koymak istedim, gelmedi “Rüzgardan başkasına gitmem” dedi. Büyüleyici sadakatine rağmen duygusuz gibiydi. Balkonun ucuna gidip uğultuyu dinlemeye koyuldu tüm donukluğuyla. Boya kutuma uzandı elim “ O gelmezse yenisini var ederim.” Hangi rengi alacaktım bilemedim önce. Sarıya u...

Golha Sualleri

                Burnumun orta yerinde bir sızı, göğsüme doğru inmekte... Sıkıntısı içimin, boğacak beni. Korkuyorum. Yüreğimdeki çörek kokuştu. Kokusunu içimde duyuyorum. Küfleriyse tüm zihnime yayılmış. Hayatım, bir ses perdesi, şimdi önümde. Balçık dolmuş göğsüm sanki. Öksürmek istiyorum. Öksürüğümle birlikte, tüm ağırlıklarım damlacığa dönüp çıkıversinler içimden diyorum. Ya da ağlayayım ben iyisi. Yaşlarım sel olur da sürükler belki kasvetimi. Hıçkırıklarım boğar belki de tüm hasretliklerimi. Ne kadar biriktirmişim öyle içimde herbir şeyi. Özlemleri mesela ya da yenilgileri. Amma çok şeyi yenilgiden saymışım ben öyle.Yaşanmışlarım bir olmuş, yaşanacaklarıma hükmetmekte şimdi. Huzura kaçışım ondandır belki. Sığınışım sadeliğe ondandır. Yok saymam ondandır kim bilir? Kim bilir ha kim? Bilen ben olmalıyken, kim, nereden bilebilir? Anlayış beklemek neden öyleyse. Kabuğuna çekilip, sudan sabundan uzak durmak gerek belki de.       ...

Bay Dekırsın Çıkmazı 1

Merhaba. Benim adım Bay Dekırsın. Yazıldığı gibi okunan isimlerden. Benim işim insanların hayatlarında ki soru işaretlerini ortadan kaldırmak. Nasıl mı? Bazen soru işaretinin kancasını uygun bir yere takarak müşterilerimi nokta ile baş başa bırakarak, bazende soru işaretini gererek bir ünlem haline getiririm. Mesleğimde tam on altıncı yılım. Ve şimdiye kadar memnun edemediğim hiç bir müşterim olmadı. Ta ki onun soru işaretine kadar. Adı Linda. Yirmi iki yaşında. Bütün meslek hayatım boyunca gördüğüm en büyük soru işaretine sahip. İşimin reklamı olmadığından dolayı geri çevirdiğim işlerin arasında onuda koyabilirdim ama bu iş sanki beni bir düelloya davet ediyor gibiydi. Ben ve Linda'nın soru işareti. Linda'yı işi çözene kadar benimle yaşamasına ikna edip ona malikanemin üst katında bir oda verdim. Normal hayatına devam etmesi gerektiğini ama sadece bir süre evinin burası olması gerektiğinde de anlaştık. Benim Linda'ya sorunlarını çözmem için istediğim zaman iki haftaydı ve ...

Bir Akıl Hastahanesinin Hatıra Defterinden 2

Sizin kaleminizi hiç seni seviyorum diyerek kırıp attılar mı? Böyle hayatın karşısına geçtiğiniz zaman hiç bir şey söyleyemezcesine nutkunuz tutuldu mu? İdama hazırlanan herkes gibi hissediyorsunuz kendinizi. Kendi idealleri uğrunda, başkalarının çıkarlarınca asılan bir siyasi gibi mazlum, yaptığı hatanın bütün insanlığa mal olduğunu yeni fark eden hepsini yok edemediği için onlarca asılan bir diktatör kadar sinirli hissediyor insan kendini. İdam edilmeden önce kafanıza sıkmak kadar asil bir duruşu bile alıyorlar elinizden. Yapmanız gereken tek şeyin yaşamak olduğunu da söylüyorlar kalemin ucu kırık tarafını size vererek. Yaşamın kendisi yazıdan ibaretken, yazmadan yaşayabilir misiniz? Kendi kaderini bile kendi yazan canlı türleri değil miyiz sonuçta. O yüzden hepimizin içinde biraz olsun yazarlık olmalı. Bunun içinde yazan kimse böbürlenmemeli. Herkes yazıyor sonuçta. Fikirtepeli apchiler bile duvarlara yazarak takılabiliyorsa. Acaba onlar eski mısırlıların evrim geçirmiş versiyonları...

Umudun Peşinden

Öncesi Beceriksizlğinin hayatını her daim etkilediğini bilmiyor muydun sanki? Hiç birşeyin olmasını umduğun gibi gitmediğini? Gitmeyeceğini? Kaç defadan sonra anlarsın bunu peki? Tuttuduğunu sandığın dalların, ufacık tatlı bir meltemle bile savrulacak kadar ince olduğunu farketmemiş gibi yapmaktan, her seferinde yeniden... Yeniden o dalların kırılmasına sebep olmaktan farklı bir şey yapamadığını anlamadığın... ve daha pek çok şeyi anlamamakta direndiğin gibi. Kabul et artık. Olmuyor be aptal, olmuyor işte! Neden bunca zorlama. Yerin belli değil mi senin? Neden deniyorsun sıçramayı? Neden her kopan dalla, birer senin öldüğünü, umutlarının omuzlarına daha çok abanır olduğu kabul etmiyorsun. Her basamaktan çığlaklarla düşerken, yara bere içinde ki bacaklarını gövdene çekip, hastalıklılar gibi ağladığını nasıl unutuyorsun da baştan başlıyorsun herşeye? Kendinle, kendine yeminler edebilmek için saatler geçirip, bir daha ki sefere ya farklı olursa diye diye kandırabiliyorsun kendini... ...

Küçük Kalmış Büyüklere Masallar

MOR KALPLER ÜLKESİ Bir varmış bir yokmuş. Bütün masallar var ile yok arasında olurmuş. Günlerden bir gün, mor kalpler ülkesinde bir prenses otururmuş. Çok güzel bir prensesmiş bu. Uzun kahverengi saçları varmış. Ancak bu prenses çok yalnızmış. Ülkesinde, görkemli davetler verir, bu davetlerde de fazlaca konuk ağırlarmış ama yine de çok yalnızmış. Bir sürü şövalye gelirmiş bu şölenlere. Yakışıklı ve iyi giyimli... Her gelen şövalye bir gece kalıp gidermiş. Fazla değil ama bir gece… Prenses’in canı, çok sıkılırmış bu duruma. Her giden şövalyenin ardından gözyaşı dökermiş prenses. Yalnızlığına ağlarmış. Yine de söylemezmiş gözyaşlarını kimseciklere. Sonra bir gün, şöyle güneşin mor mor ışıldadığı bir gün de bir şövalye çıkıp gelmiş çok uzaklardan. Bu da diğerleri gibi yakışıklıymış. Altın gibi parlayan sarı saçları varmış. Ama yırtık pırtıkmış üstü. Kir içindeymiş. Mor kalpler ülkesine sızıvermiş şövalyenin altın sarısı saçları. Prenses, şekerlemelerden yapılmış mor bir çay ikram etm...

Üç NOKTA

Bir başlangıcın öncesi, bir sonun sonrası, bir yarım kalmışlığın devamını anlatır üç nokta. Söylenecek sözler tükendiğinde ya da daha anlatacak çok şey varken, yorulmuşsa eliniz yazmaktan veya konuşmaktan tükenmişse boğazınız, sığınacak ilk liman üç nokta. Diyelim ki hayat bir noktalar kümesinin yan yana dizilmesinden oluşuyor. Ve diyelim ki, insan, bu hayatın içersinde sadece bir nokta. Hatta insan yaşamı dediğimiz şey üç nokta… Doğumla başlar bir hayat. Bir anne doğum sancıları içersinde kıvranırken, gözlerinizi açarsınız kâinata. Ve dünyaya açılan o gözler, aslında iki küçük nokta.   Daha doğarken, bir insanın hem de sevdiğiniz bir insanın, canını yakma eylemine karışırsınız. Noktalar kümesinde zaman alırken hayatınız, daha yakacak çokça canınız vardır. Yani hayat, küçük noktalardan oluşuyorsa, bu noktalardan bazıları acı, bazıları tatlı, kimi hüzünlü, kimi sevinçli noktacıklar taşır içersinde. Hasbelkader yaşarken, bir tipide yüzünüze vuran kar taneleri birer nokta. Ya da...

Dilini Bilmediğim Film

Dilini bilmediğim, alt yazılı bir film ise hayat ve ben bilmiyorsam dilimdeki gizleri, anlamsızlığımı suçlamaktan vazgeçmem lazım artık... Ne başrole oturturum bedenimi ne de figüran olmayı yeğler gizlerim. Sana gel diyemem! İnanmadığım sözcüklerimde yoksun ki, seni kendimde görebileyim. Sen en iyisi, hiç olmamış ol ya da öyle görün. Bırak dengesiz kalsın hayat Bu film deliler içindir belki Kim bilir? Tanrının kaleminde bir büyüde gizlenirim… Elif SOLAK

KADIN ve ÇOCUK

KADIN Valizini mi topladın yine? Nereye? Dur bakalım! Gittiğin yol çizgi filmlerindekilere benzemez. Her yol çıkarmaz seni mutluluğa… O eline aldığın bohça var ya, bir sopanın ucuna takıp, onu omzuna attığında Başarmış olmuyorsun hiçbir şeyi daha… ÇOCUK Gidiyorum… Sıkıldım ben burada… KADIN Anlaşıldı hiç değişmemişim… Ben de sıkılıyorum hala… Biliyor musun çocuk, acıyorum çocukluğuma Sana… Şimdiden sıkılmasan keşke Daha çok zamanın olacak sıkılmaya… ÇOCUK Büyüsem keşke hemen… Çocuk olmak çok zor bu dünyada… KADIN Ah çocuk! Bilsen en kolay şey çocuk olmak aslında… Hele varsa sıcak bir dünya etrafında Bir ananın kolları, sarmaya yetiyorsa seni hala Her şey çok basit farkında olana… Söyle bakalım şeker mi, çikolata mı? Hangisi yeter yaralarını sarmaya… ÇOCUK Hımmm…. Bir tanesini seçmek zorunda olmak… Ne kötü! KADIN Haklısın çocuk… Şimdi sana seçim yapmayı öğrenmek zorundasın demek saçma… Bazen iyi olmayanı yaşıyorsun Ya da, her istediğin her zam...